Mağaranın İçi: Platon'un Mağara Alegorisi & The Truman Show
Aralık 10, 2020
İlk önce Platon’dan bahsedelim. Bu ismi duymama ihtimalinizin düşük olduğunu düşünüyorum. Belki Platon değil de Eflatun ismiyle de duymuş olabilirsiniz. Kendileri M.Ö. 4 ve 5. yüzyıllarda Antik Yunan’da yaşamış filozof. Peki Platon neden önemli? Platon büyük düşünür Sokrates’in en önemli öğrencilerinden ve kendisi Aristo’nun hocası. Platon’u tarihte önemli yapan birçok özelliği var. Akademinin kurucusu olması, mağara alegorisi, Devlet adlı diyaloğu, birçok disiplini kurması veya var olan disiplinleri bir üst noktaya taşıması vb. Hatta “Ben platonik aşığım galiba.” derken kullandığınız platonik kelimesi de Platon’dan geliyor. Tarihte onu çok önemli noktaya taşıyan özelliklerinden biri var ki, mağara alegorisi, aslında bize birçok disiplinle ilgilendiğini kanıtlar nitelikte. Çünkü, bu benzetmeyi (alegoriyi) hangi disipline çekerseniz uyuyor. Siyaset, eğitim, ahlak, metafizik... Peki, nedir bu mağara alegorisi?
MAĞARA ALEGORİSİ
Mağara alegorisi, Platon’un ölümsüz eseri Devlet’in (The Republic) yedinci bölümünde geçen bir diyalog. İsterseniz çok az Devlet adlı eserden de bilgiler vereyim. Devlet toplam on ana bölümden oluşan ve Sokrates’le diğer Antik Yunan düşünürlerinin diyaloglarını ele alan bir eser. Yani bu eserde Platon, Sokrates’in ağzından yazıyor. Sokrates de yaşamı boyunca yazılı eser bırakmadığı için, bu eserde söylenenlerin Sokrates’e mi yoksa Platon’a mı ait olduğunu bilmiyoruz. Devlet, genel itibarıyla Platon’a göre ideal toplum düzeni nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Yani önceki yazılarımda birine konu olan “Ütopya”dan bahsediliyor.
Devlet, benim okuduğum ilk felsefe kitaplarından biri. İlk okuduğumda sınırlı felsefe bilgimle ancak sindire sindire okumuştum ve çok etkilenmiştim. Hatta eser ilk politik düşüncelerimin temelini oluşturdu diyebilirim. Bu ödev ve yazı için “mağara alegorisi” kısmını tekrar okudum ve tüylerim tekrardan diken diken oldu. En yakın zamanda bu eseri temin etmenizi öneririm.
https://ourpolitics.net/wp-content/uploads/2020/09/Platos-Allegory-of-the-Cave-Featured-Image-1.jpg
THE TRUMAN SHOW
Kuru fasulyemizi pişirdik, bu anlatım biraz soyut gelmiş olabilir. O yüzden yanına hemen pilav pişiriyorum. Konumuz “The Truman Show”. The Truman Show; başrollerini Jim Carrey (Truman Burbank), Ed Harris (Christof), Laura Linney (Meryl Burbank)’in paylaştığı, 1998 yapımı, bir komedi dram filmi. Tekrar tekrar hatırlatıyorum bu bir film eleştirisi veya bir değerlendirme de değildir. Sadece Platon’a yapılan göndermeleri bulmaya çalışacağım. Film kültürüm çok gelişmiş olmasa da film konusunda seçici davranırım. Sıkılıp kapattığım film çok olmuştur. Ancak film bir ödev olmasının dışında ilk on dakikada beni bağladı diyebilirim. Hatta baş karakter Truman Burbank’in Fiji’ye gitmek istemesi beni on kat daha da heyecanlandırdı. Zira yakın çevremdekiler bilecektir, ben de bu filmden bağımsız olarak, yaklaşık bir buçuk yıldır Fiji’de yaşama hayalim var. Bu tesadüf benim filmi daha dikkatli izlememe vesile oldu. Film neyi anlatıyor ona geçelim. Bir uyarı aşağısı baştan aşağı spoiler içerir.
Baş karakterimiz Truman Burbank, ABD’ye bağlı Sea Haven adlı bir adada (gerçekte böyle bir ada yok sebebini anlayacaksınız), bir sigorta şirketinde beyaz yakalı olarak çalışmaktadır. Gayet düzenli, mutlu ve rutin bir hayatı vardır. Ailesi, dostları ve iş arkadaşlarıyla gayet neşeli bir ilişkisi vardır. Ancak üniversite yıllarında bir kütüphanede görüp etkilendiği ya da aşık olduğu bir kız onun bu düzenli hayatını değiştirecektir. Lauren/Sylvia adındaki bu kız ile kütüphanede bakışırken kaçamak yapmaya karar verirler. Lauren, Truman’a bu yaşadıklarının hepsinin gerçek olmadığını, hepsinin birer kurgudan ibaret olduğunu söyler. Tam bu sözler Lauren’in ağzından çıkarken, Lauren’in sözde babası gelip, kızını götürür ve bu adadan ayrılıp Fiji’ye taşınacaklarını söyler. İşte bizim Truman’ın Fiji sevdası buradan çıkar. Oraya ulaştığında tüm gerçekliğe ulaşacağına inanır Truman. Bu olaydan sonra Truman, küçük bir aydınlanma yaşar ve artık o çok rutin yaşamını sorgulamaya başlar. Bir süreden sonra sistemi çözer. Hatta öyle bir noktaya gelir ki yoldan geçecek insan, araba ve bisikletleri süresi süresine ve sırası sırasına bilir. Fark ettiği gerçekliği en yakınındakilerle eşi Meryl, çocukluk arkadaşı Marlon ve annesiyle paylaşır. Ancak yakınları onu bu yoldan döndürmek ister. Çok fazla düşünmemesi gerektiğini, mutlu olmasını söylerler. Bu rutin olaylar iyice Truman’a sürrealistik gelir ve adayı terk etmek ister. Defalarca farklı yollardan bunu denese de başaramaz, karşısına hep engeller çıkar. Küçüklüğünde babasını denizde boğularak kaybetmesinden dolayı deniz onda bir tramva yaşatmıştır. Ancak gerçekliğe ve Lauren’e ulaşma sevgisi onun denize açılmasına vesile olur. Detaylı ve zekice bir planla kimseye haber vermeden Fiji’ye ulaşmak üzere tekneyle yola çıkar. Ancak bu yolculuğun sonunda Fiji’ye ulaşamayacaktır. Neden?
Filmin isminin neden “The Truman Show” olduğuyla alakalı bazı okurlarımın kafasında soru oluşmuş olabilir. Cevabı hemen veriyorum. Truman Burbank, daha dünyaya gelmeden, annesinin karnındayken seçilip, Sea Haven adlı bu sahte adaya gönderilmiştir. “The Truman Show” filmin içerisinde geçen bir TV programının ismi. Program 24 saat yayınlanmakta, Sea Haven içerisinde 5000’den fazla kamerayla çekilmektedir. Yani Sea Haven, yapmaca bir dünyadır, bir dizi setidir. Haliyle içerisindeki tüm insanlar oyuncudur. Truman hariç. Truman’ın eşi, en yakın dostu, annesi, babası, komşusu hepsi oyuncudur. Bu yüzden Truman’ın Sea Haven’dan ayrılmasını istemezler. Lauren’e gelecek olursak o ise, Truman’a bir insanlık suçu işlendiği düşünmektedir, bu yüzden onu uyandırmak istemiştir. Yani programın yönetmeninin bilgisi dahilinde bu itiraflarda bulunmamıştır. Bence biraz da aşıktır Truman’a. Yönetmene gelecek olursak, başrollerde o da var. Ed Harris’in canlandırdığı Christopher karakteri bu programın ve Sea Haven’in yaratıcısıdır. Truman’ın Sea Haven’dan ayrılması reyting rekorları kıran bu showun bitmesi demektir. Bu nedenle onun dışarı çıkmasını ve tüm bunları fark etmesini istemez. Ancak Truman, tüm bu engellere rağmen Fiji’ye ulaşamasa da bu sahte dünyadan kurtulur. Zaten bu saatten sonra Fiji’ye ulaşmasının bir mantığı yoktur. Pilavı da pişirdik :)
Filmi izleyen dostlarım Taha bunları zaten biliyoruz diyebilirler, şimdi geçelim bu yazıyı özel yapan yere. Kuru fasulye ile pilavı aynı tabağa koyma zamanı: Mağara alegorisi & The Truman Show. Şimdi sahne ve repliklere inme vakti geldi. Aslında yukarıdaki anlatımda Yönetmen Christopher karakterinden çok bahsetmesem de bence filmi felsefi olarak anlamlandırmada Truman Burbank karakteri kadar önemli.
Mağara alegorisiyle bağdaştıracak olursak; Truman mahkum, Sea Haven mağara, Christopher ise kuklaları geçiren insan. Filmin bence en çarpıcı repliği de Christopher’dan geliyor. Aslında “İşte mağara alegorisini anlatıyor.” dediğimiz kısımda bu. Christopher’ın “Hepimiz bize sunulan gerçekliği kabul ediyoruz.” repliği/sözü bizi mağaraya götürüyor. Çocukluktan beri mağarada sadece gölgelerin geçtiği bir duvara bakan biri için bir at ne ifade eder? Yani ona göre gerçek olan at nedir? Onlara göre gerçek olan at aslında atın gölgesi değil midir? Veya Truman’a göre onun yıllardır yaşadığı hayat gerçek değil miydi? Burada Platon aslında felsefenin iki dalına çok bariz bir şekilde vurgu yapıyor. Ontoloji (varlık felsefesi) ve eğitim felsefesi. Yani en kısa tabiriyle bize nasıl öğretildiyse ya da nasıl eğitildiysek ona göre bir şeyin varlığını kabul ediyoruz/reddediyoruz ya da farklı yorumluyoruz. Buna örnek verecek olursak: -hadi biraz inançlara girelim- bir teist için Tanrı’nın varlığı bir şey ifade ediyorken, bir ateist için Tanrı hiçbir şey. Bu ayrımın oluşmasının sebebi nedir sizce? Nasıl eğitildiğimiz ve nasıl öğrendiğimiz ve bu öğrendiklerimiz üzerine nasıl düşündüğümüzle alakalı değil midir bu tezatlıkların sebebi? Filmin temelinde bu mesaj yatıyor, aslında bir sistem eleştirisi yapılıyor yani. Dürüst olmak gerekirse benim de bulabildiğim en felsefi sahne bu sahneydi. Üzerine onlarca makale taradım ancak bir şey bulamadım. Film bu mesaj üzerinden gidiyor.
Ben son olarak, biraz daha kafanızda netleşmesi için filmde bahsedilmeyen noktalardan bahsedeceğim. Bana kalırsa mağara alegorisi genel itibarıyla siyasi yani toplumsal bir benzetme. Yakınımdakiler her şeyi politik algılamamdan şikayetçi olabilirler ancak bunu kanıtlayacağım. Bir kere mağara alegorisi diyaloğunun bulunduğu eser olan Devlet tamamıyla politik bir eser. İkinci kanıtım ise şu mağaradan çıktıktan sonra tekrar girmek zorunda kalan mahkuma ne olacak? Platon yukarıda bahsettiğim gibi cevabı veriyor: ya deli ilan edilir ya da toplumun düşüncesini zehirliyor gerekçesiyle öldürülür. Bu gerçekten de böyle olmamış mıdır? Sokrates’in, More’un, Campanella’nın suçu mağaradan çıkıp gördüklerini topluma anlatmak başka nedir ki? Bence günümüzde de mağaranın dışına çıkmış ve bizlerin mağarasında olan insanlar var. Ya dertlerini anlatmak istiyorlar duymuyoruz, ya da her duyduğumuzda bu aydın beyinleri hastalıklı ilan ettiğimizden konuşamıyorlar. Ya da mağaranın dışını görmüş bir insan tüm bu saçmalıklara sessiz kalabilir mi gerçekten? Ölüm korkusundan dolayı susabilir mi? Bu da ayrı bir yazı konusu olsun.
Zincirleri kıracağınız, mağaranın dışındaki o ağaçlardan meyveler yiyip, o cennet havuzlarında yıkanabileceğimiz mutlu gelecekler diliyorum. OLUR DA GÖRÜŞEMEZSEK İYİ GÜNLER, İYİ AKŞAMLAR, İYİ GECELER...
UYARI: BU YAZIYI, KAYNAK ALMANIZ DAHİLİNDE LÜTFEN KAYNAKÇA VEYA BENİMLE İLETİŞİME GEÇİNİZ. HASSASİYETİNİZ VE VERDİĞİNİZ DEĞER İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
Taha KÖKSAL
KAYNAKÇA
Platon, Devlet, 38.Baskı, İş Bankası Kültür Yayınları
Bryce H. (2005), A Modern Worldview From Plato’s Cave
Aygün Ö. (2019), Platon’un Mağarasına Dönüş, ODTÜ Pazartesi Konuşmaları
0 yorum