Kapitalist Zırva: Fırsat Eşitliği

Ekim 02, 2020

 



 Yaklaşık bir ay önce yayınladığım “Kapitalist Zırva: Orta Sınıf” adlı yazım, sayısız tıklanma ve geri dönüt aldı. Öncelikle bu yazıma gösterdiğiniz ilgiden dolayı sizlere çok teşekkür ederim. Bu nedenle ben de blogumda “Kapitalist Zırva” adında bir seri yapmaya karar verdim. Bu seriyi başlatma kararı almamın amacı sizlere herhangi bir siyasi ideolojiyi dayatmak değil. Zaten haddime de değil. Şu an içinde bulunduğumuz kapitalist sistem (liberal de diyebiliriz) kendi içerisinde tutarsızlıklarla ve açmazlarla dolu. Yani bozuk. İşte bu bozuk sistemin ayakta kalabilmesi için bazı yalanlara ihtiyaç var. Ki yaklaşık 200 yıldır düşe kalka da olsa hayatta kalabilen bir sistemden bahsediyoruz ve itiraf etmeliyim ki liberal sistem bu yalanları topluma empoze konusunda çok başarılı. İşte benim tek amacım bu: sizin sabahtan akşama kadar Twitter’da, televizyonda, gazetede, iş hayatınızda maruz kaldığınız bu zırvaların biraz olsun farkında olmanızı sağlamak. Tabi bu zırvaların farkına varmanız için sadece Taha Köksal okumak yetmez. KropotkinMarx, Engels, Bakunin -ve daha nicesini- okumak gerekir.  

 

  Çağımızın en önemli siyaset bilimcilerinden Andrew Heywood’a göre liberaller, bireylerin eşit ahlak seviyesinde doğduklarına inanırlar. Ancak yine Heywood’a göre liberaller, bireylerin yaradılış gereği farklı çalışma azimlerine sahip olduğuna inanırlar. Başta bu argümanın, rasyonel bir tarafı yoktur. Bu tamamen zekanın ve ahlakın çevre ile edinildiği fikrini reddeder. Yani bilimle ters düşer. Bunu biraz daha açmak gerekirse: bir X şirketinde altı saat çalışması gerekirken on iki saat çalıştırılan X kişisinin, açlık sınırının altında maaş almasının temel sebebi, onun tamamen yaradılışıdır. Çünkü X kişisi üst akıl veya Tanrı tarafından eksik yaratılmıştır. Bunun sizce rasyonelliği nerededir?  

  

Twitter’da, medyada, orada, burada sözde eşitlik bekçiliği liberaller, eşitsizliğin doğanın bir kanunu olduğunu pişkince savunurlar. Ahlaklı görünmek için de çok güzel bir zırvaları vardır: Fırsat Eşitliği. Onlara göre doğanın kendisinde yaradılış/oluş gereği bir eşitsizlik vardır. Bu nedenle onlar, kendilerine “eşit oyun alanı” yaratmayı görev biçmişlerdir. Bu eşit oyun alanına da “Fırsat Eşitliği” adını vermişlerdir. Peki, nedir bu fırsat eşitliği? 

 

 Fırsat eşitliği kavramı, literatürde genellikle eğitim kavramı ile beraber ele alınmıştır. Zaten ben de bugün sizler için daha anlaşabilir olması için hepimizin bir dönem geçtiği sıralardan anlatacağım. Eğitimde fırsat eşitliği, bireylerin devletin tüm olanaklarını eşit düzeyde yararlanmasını amaçlar. Yani Doğu Anadolu’nun bir köyünde çocukla, Beyoğlu’nda yaşayan çocuğun aynı eğitimi alması gerektiğini savunur ve buna inanır. Sorunumuz savunmasıyla değil, gayet iyi savunması çünkü ben de bunu savunuyorum. Sorunumuz bunun tıkır tıkır işlediğine inanmasında liberallerin. Fırsat eşitliği yani “eşit oyun alanı” peki nerede? Taşrada olsun şehirde olsun eşit şartlarda eğitim alan bireyler (!) aynı ortamda, aynı süre içerisinde, aynı soruları çözerler. Biz buna Türkiye’de “Merkezi Ortak Sınav” adını veriyoruz. Nedir bunlar: YKS, TYT, AYT, LGS, ALES, KPSS... Evet, bu bireylerin hepsi bu sınav süresince eşittirler yani aynı soruları aynı sürede çözerler. Peki bunun öncesinde sahiden eşit midirler? Sınava hazırlanan bir öğrenci olarak söylüyorum; ben sınav günü geldiğinde taşrada kitapsız, belki öğretmensiz, okuldan sonra bir işte çalışmak zorunda olan biriyle eşit mi olacağım? Bunu sadece kadere veya şansa yormak ne büyük küstahlık, ne büyük bir insanlık suçudur? 

 

 Güya görevi eşitliği sağlamak olan devletler, devletin görevlileri, bakanlar bu eşitliği sağlayamadıysa neden bunların hala var olmasına izin veriyoruz? Yani neden hala fırsat eşitliğini kullanarak yapılan sınavlar, testler, mülakatlar var? Tabi ben bunları söylerken “Daha iyi bir önerin mi var, nasıl sağlayacağız eşitliği Taha?” diye soruyor olabilirsiniz. Evet var. Her alanda eşitsizliğin temel sebebi olan mülkiyeti kaldırarak. Toplumlar tarihine baktığımızda, mülkiyetin varlığı beraberinde üretim ilişkilerini getirmiştir. Yani “Kapitalist Zırva: Orta Sınıf” adlı yazımda da bahsettiğim gibi mülkiyet, toplumda, iki sınıfı oluşturmuştur. “Sömüren” ve “Sömürülen”. Toplumda ortaklaşa çalışarak üretim yapılmış, ancak üretilen bu ürünler eşit dağıtılmadığı için (sömüren sınıfa daha fazla verildiği için) eşitsizlik ortaya çıkmıştır. Bu eşitsizlik, başta eğitim olmak üzere sağlık, politika, barınma, beslenme gibi alanlarda son derece hissedilmiştir. Yine eğitimden örnek verecek olursak: Aile ekonomisine katkı sağlamak zorunda olduğu için dağda çobanlık yaparak sınava çalışan Ahmet ile bir dediği iki edilmeyen, özel okulda okuyan, okuldan çıkınca dershaneye, dershaneden çıkıp özel derse giden Zeynep sizce ne kadar eşittir? Ben, bu yazıyı yazacak bilgisayar, paylaşacak internet bulabiliyorken, hayatında bilgisayar nedir görmemiş, fikrini paylaşmak ne demek onu bile bilmemiş, hatta –daha da ilerletecek olursak- okuyamadığı için fikri dahi oluşamamış taşradaki bir yaşıtım sizce benimle ne kadar eşit?  

 

 Liberallerin eğitimde eşitsizlik konusu tartışılınca vermeyi sevdiği örneklerden birine de buradan cevap yazıp, yazımı bitireceğim. Liberallere sistemde eşitsizlik olduğunu söylediğimde “E kardeşim madem eşitsizlik var falanca adam nasıl bir bakkal açarak zengin olmuş?” veya “Falanca çocuk dağda çobanlık yaparken nasıl sınav birincisi oluyor?” gibi cevaplar alıyorum. Bu sorular aslında kapitalist medyanın topluma bu tür zırvaları empoze etmede ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Medya, zaten sadece milyonda bir görebileceğimiz köyde sınav birincisi oldu haberlerini bize veriyor. Hem de pişirip pişirip tekrar veriyor. Medya, ekonomik nedenlerle okuyamayan çocukları vermiyor. Medya, çocuğuna okul pantolonu alamadım diye intihar eden babayı vermiyor. Zaten onlara göre bunlar yaşanmıyor. Tekrardan dağdaki çocuğun birinci olması ve bakkaldan zengin olan adama gelirsek. Onlar şaka yapmıyorum bu diğerlerinin yanında sadece %1.  

 

 Peki devletler ne yapıyor? Pandemi sürecinde uzaktan eğitime geçilmesi zengin ile fakir arasındaki farkı epeyce açtı. Sözüm meclisten dışarı, ülkenin birinin eğitimden sorumlu bakanı bu süreçte ev geçindirmek için tarlada çalışan çocukların yanına gitti. Sorsan insan haklarının en büyük savunucularından olan bu bakan, çocuk işçi çalıştırılmasının bir insan hakkı ihlali olduğunu bilmemeli ki çocukların daha iyi eğitim alabilmesini sağlamak yerine onları tarlada çalışmaya teşvik etti. Hatta kendi teşvik etmekle kalmadı altında çalışan müdürlere de “Siz de teşvik edin.” diye çağrıda bulundu. Yine başka bir ülkenin sağlıktan sorumlu bakanı ortak sınav sonucu kötü gelen bir öğrenciyle alay etti. Gerçi bu başka ülkenin bakanlarını biraz araştırdığımızda kendilerinin birer burjuva olduğunu görüyoruz. Yani şaşırmamak lazım, zira kendileri benim kanımca hayatlarında hiçbir proleterle karşılaşmadılar. Hayatı sadece lüks makam odalarında, lüks araçlardan ibaret görüyorlar kendileri. Sorsan onlara ülkelerinde geçim sıkıntısı yok, açlıktan ölen, işsizlikten intihar eden yok.  

 

Bugün sizlere hayatın eşitsizliğinden bahsettim. Aslında eşitsizliğin doğada var olmadığını, eşitsizliğin mülkiyetten kaynaklandığını anlatmaya çalıştım. Farkındayım, sayısal veri kullanarak anlatabilirdim ancak bu yazıda değişik bir tarz denemek istedim. Umarım hayatımızda her gün bir şekilde maruz kaldığımız bu zırvalara artık daha farklı bakabilirsiniz. Unutmayalım ki bu yalanlar olmasa bu sistem bir yıl ayakta kalamaz. Ayrıca şunu da söyleyeyim yukarıda yazdıklarımın bir kısmını dahi kabullenmek için sadece rasyonellik gerekli değildir. Rasyonelliğin yanında ahlak da gereklidir. Bu arada toplumsal sorunlara çözüm iki twit atarak, story paylaşarak olmaz bu sorunlara çözüm ancak ve ancak birleşerek olur, örgütlenerek olur. İyi haftalar dilerim. 

 

 Sizler için anonim olarak katılabileceğiniz bir anket hazırladım. Ankete katılırsanız daha iyi işler çıkarabilirim. Ankete katılırsanız çok sevinirim. Ankete buradan ulaşabilirsiniz. 

 

Taha KÖKSAL 

Bunu da Beğenebilirsin

0 yorum