Düşlenen Dünya: Ütopya

Eylül 11, 2020

 



 

 “İdeal toplum nasıl yaşamalıdır?”, “En iyi yönetim biçimi hangisidir?” gibi sorular asırlardır siyaset filozoflarınca tartışılmaktadır. Kimi siyaset filozofları, bu sorulara cevap vermek adına eserler yazmışlarıdır. Bu eserler zamanla literatürde yeni bir tür doğurmuştur. Bu haftaki yazımın başlıca konusu olan bu türe “Ütopya” adı verilmiştir.

 

 “Ütopya” kelimesini ilk olarak etimolojik açıdan ele almak yerinde olacaktır. Ütopya (Utopia) Antik Yunancada “olmayan yer” anlamına gelmektedir. Ancak kelimenin ortaya çıkışı 16.yüzyıla dayanmaktadır. İngiliz yargıç Thomas More’un 1516 yılında yazdığı ölümsüz eseri “Utopia” ile bu kelime hayatımıza girmiştir. Thomas More bu eserinde, kafasında idealize ettiği toplumu ve yönetimi konu almıştır. Bu eser hakkında detaylı bilgiyi yazımın bir sonraki bölümünde vereceğim. Ütopya kelimesi günümüzde “ulaşılamaz yer/nokta” veya “mükemmel toplum” anlamlarında kullanılsa da ütopya türünde yazar mükemmeli anlatmaz. Yazar kafasında idealize ettiği toplumu anlatır. Ayrıca mükemmellik kişiden kişiye, dönemden döneme farklılık gösterebilir. Ütopya, yazarın sadece hayal gücünü kullanıp, yazıya dökmesi de değildir. Ütopya, yazarın bulunduğu mevcut duruma/topluma karşı tepkisinin yansımasıdır. Kafanızda şu anda bir şeyler oluşmamış olabilir, yazımın sonraki bölümlerinde birbirinden değerli üç ütopyayı sade bir şekilde sizlere aktarmaya çalışacağım. Peki, “Utopia” kelimesinin literatüre sokan More’un eseri tarihteki ilk ütopya mıdır? Cevabımız hayır. Antik Yunan filozofu Platon’un en ünlü eseri Devlet tarihteki ilk ütopya olarak kabul görmektedir. Sokrates ile Antik Yunanlı düşünürler arasında geçen diyaloglardan oluşan bu başyapıt, diğer ütopya türü eserlere de ışık tutmuştur. Ütopyadan bahsetmişken günümüzün en popüler türlerinden olan distopyadan da bahsetmek istiyorum.

 

 Türkiye’nin en büyük kitap alışveriş sitelerinden olan “kitapyurdu.com” un satış verilerine göre geçtiğimiz yılın en çok satan dördüncü kitabı George Orwell’ın “1984” adlı distopyası. Burada bir parantez açmak istiyorum. Kendi kanaatimce bu distopya popülizmin kurbanı olmuştur. Her okuyanın “Aynı Türkiye’yi anlatmış.” dediği bu eser Stalinizm eleştirisi yapmaktadır. Kimi sosyalist kesimler “sosyalizmi taşlıyor” diyerek Orwell’a nefretle baksa da Orwell da bir Troçkisttir. Yani sosyalisttir. Orwell’ın bu eserde ne Marksizmi eleştirmiştir ne de Türkiye gibi ülkelerin durumundan bahsetmiştir. Orwell, Stalinist ve faşist çevreleri taşlamıştır. Son bir yıldır Türkiye’de satış rekorları kıran bir başka eser ise Saramago’nun “Körlük” distopyasıdır. Aslında aynı ütopyada olduğu gibi distopyayı da toplumun birçok kesimi yanlış anlamaktadır. Distopya türünde ise yazar, gelecekte toplumun düşeceği olumsuz durumu anlatmaktadır. Ama yazarın amacı okuru karamsarlığa düşürmek değildir. Aksine yazarın amacı okurun bu kötü ihtimali görerek olumlu bir durum yaratmasını sağlamaktır. Nitekim distopya yazarları bu amaca ulaşamamışlardır. Distopya yazarlarının karamsar oldukları ve ütopyacı yazarlarla ters düştüğü bir nokta vardır. Distopya yazarlarını insanın asla mükemmel olamayacağına inanırlar. Distopya için de bu bilgilerin yeterli olduğunu düşünüyorum ve sizlere aktarmak üzere seçtiğim Rönesans Dönemi’nin en ünlü üç ütopya eserinden kısaca bahsedeceğim.

 

1.Utopia, Thomas More (1516)

 Yazar, kafasında bir ütopya kurarken tecrübelerinden ve hayal gücünden yararlandığı için üç eseri de anlatırken yazarların da hayatından kısaca bahsetmek istiyorum. Zira bu yazarların hayatlarını bilmek, bu kitaplardaki mesajları anlamamıza çok yardımcı olacaktır.

 Thomas More, 7 Şubat 1478’de Londra’da doğdu. Babası yargıçtı. Bu nedenle New Inn ve Lincols Inn’de hukuk eğitimi aldı. 25 yaşındayken siyasete atılmaya karar verdi ve parlamentoya girdi. Dönemin kralı 7.Henry’nin vergi kaçırdığını fark edince parlamentodaki diğer bireyler gibi susamadı ve kralın isteğini engelledi. More’dan hıncını alamayan kral, babasına para ve hapis cezası verdi. More bu süreçte saklandı ve Paris’e gitti. 8.Henry tahta geçince yargıç olarak yurduna çağrıldı. Bu süreçte fakirlere yardım ederek Londra’da ün saldı ve 8.Henry’nin danışmanı olarak atandı. Fakat yükselme hırsında olmayan ve saray hayatını sevmeyen More bu teklifi reddetti. Yalnız kralın ısrarlarıyla bu görevi kabul etti. 1529 yılında lord chancellorluğa (başyargıç) atandı. 8.Henry, o zamanki eşinden boşanıp yengesiyle evlenmek isteyince More buna karşı çıktı. Zira bu Katolik inancına aykırıydı. Boşanmayı kafasına koyan Henry bir yasa çıkararak Papalığı reddetti. More ilk önce lord chancellorluktan ayrıldı ve sakin bir hayat yaşamak istedi. Ancak istediği olmadı ve birkaç Katolikle beraber Londra Kulesine kapatıldı. Katolikliği reddeden kral tüm kiliselerin başına geçmek istedi ve bu yasayı herkese diretti. Yalnız More tüm ısrarlara rağmen bu yasayı inancına uymadığı için iki kez reddetti. Bu olaydan sonra idam cezasına çarptırıldı. 6 Temmuz 1535’te kafası kesilerek hayata gözlerini yumdu.

 

 

  Beşeri bir ada olan Ütopya’ya adını kral 1.Utopus vermiştir. 500 mil uzunluğundaki bu adada 54 büyük şehir vardır. Birbirinin aynı planda kurulan bu 54 kent arasında 24’er mil vardır. Birbirinin aynısı olan evlerin arka bahçelerinde meyveler, çiçekler yerleştirilir. Bu evlerde yaşayan insanlar her on yılda bir taşınır ve ev değiştirirler. Bunun yegane sebebi aidiyet hissini ve özel mülkiyeti önlemektir. Her şehir dört bölgeye ayrılmıştır ve her bölgenin bir depo ve çarşısı vardır. Ütopya’lılar acıma duygusunu kaybetmemek adına hayvan kesmez, avlanmazlar. Bu tür işleri kölelere yaptırırlar. Ütopya’da para diye bir şey yoktur, ihtiyaca göre dağılım vardır. Mükemmel bir komünizm örneği vardır ütopyada. (Marksizm değil, komünizm!) Ayrıca her sokakta bir ortak ev vardır. Burada tüm sokak halkıyla yemekler yenir, akşam şarkılar söylenir. Ütopya’da tam bir eşitlik vardır. Herkes bir örnek giyinir. Aslında hiçbir değeri olmayan altınlara elmaslara gülünçle bakılır. Hatta bir keresinde diğer devletlerden gelen bir elçi güç göstergesi olarak mücevherlerle kaplı bir zırhla gelmiştir Ütopya’ya. Ancak Ütopyalı çocuklar bunu gülünç bulmuşlardır. Ütopya’da temsiliyetçi demokrasi vardır. Her otuz aile bir başkan seçer gizli oyla. Bu başkanlar da kent başkanını seçer. Ütopya’da yasa sayısı azdır bunun başlıca iki nedeni vardır. Birincisi halk çok eğitimlidir, yasaya ihtiyaç duyulmaz. İkincisi ise özel mülkiyet yoktur. Günümüzde de herhangi bir ülkenin yasalarının %70’i mülkiyetle alakalı değil midir zaten? Ütopya’da ölüm cezası çok seyrek uygulanır. (16.yy. Avrupa’sında bu ceza oldukça yaygındır.) O dönemin İngiltere’sinde hırsızlığın cezası idamdır. Ancak yine de hırsızlıktan geçilmemektedir. İşte bu soruna cevabını eserinin birinci bölümünde verir More.: “… açlıktan ölmemek için çalan adama en korkunç işkenceleri dahi yapsanız yine çalar.” Tarım Ütopya’nın temel işidir. Çocuk, kadın, erkek demeden herkes tarımda eğitilir. Çiftliklere gruplar halinde iki yılda bir nöbetleşerek gidilir. Bunun en temel sebebi günümüzde de yaşadığımız şehirli-köylü çatışmasının önüne geçmektir. Ütopya’da günümüzdekinden farklı olarak 3 saat sabah, 3 saat öğleden sonra çalışır. 6 saat çalışmak yeter de artardır onlar için. Tembellikten değil, 12 saat bir üretim atölyesinde köle gibi çalışmak gülünçtür onlar için. Ütopya’lılar geri kalan vakitlerinde sosyal yaşantılarını güçlendirir veya bir bilimle uğraşırlar. Ütopya’da kadın ve erkeklerin evlenmeden cinsel ilişkiye girmeleri yasaktır. Ütopya’da kadın erkek eşittir ve her ikisinin boşanma hakkı vardır. Ütopyalı çiftler nikahlanmadan önce birbirlerini çıplak görebilirler. “Bunu neden anlatıyorsun Taha?” diyen varsa bu diğer ütopya türlerinde tartışılan bir konu yani yazımın diğer bölümlerinde tekrardan değineceğim.

 

 Ütopyalılara göre eğitimin yaşı yoktur, devamlı öğretim vardır. Ütopyalılar dış dünyaya kapalı değildir aksine tüm bilimsel gelişmelerden haberleri vardır. Ütopya’da din inancına sınırsız bir özgürlük vardır. Ütopyalılar zorunlu haller dışında savaşa girmezler. Savaşı hayvanca buldukları için akıl gücüyle savaşmayı isterler. Utopia eseriyle ilgili diyeceklerim bu kadar şimdilik, Campanella’ya geçme vaktimiz geldi.

 

2.Güneş Ülkesi, Tommasso Campanella (1602)

 İtalya’da Stilo adlı küçük bir kasabada doğan Campanella, daha küçük yaşlarda çeşitli konularda şiirler yazmıştır. 15 yaşında bir manastıra yerleşen Campanella, orada kaldığı sürede oradaki tüm kitapları bitirdi. Genç yaşında dinsel konulardan bıktı ve felsefeye merak saldı. İtalyan doğa filozofu Telesio’nun peşinden gitmeye karar verdi. Aristoteles karşıtı düşünceleri olan Telesio’dan etkilenerek 22 yaşında Aristo’nun felsefesini çürütmeyi amaçlayan bir eser yazdı. On yıl süren uzun bir seyahatle tüm İtalya’yı dolaştı. Gelileo gibi aydınlarla tanıştı. Bu yorucu 10 yılın sonunda kasabasına, Stilo’ya döndü. O dönemde Güney İtalya’nın İspanyol sömürgesi altına girmesi Campanella’nın epeyce canını sıkıyordu. Astrolojiyede büyük ilgi duyan Campanella, yıldızlara bakıp bir devrim olacağının haberlerini veriyordu. Napoli’li aydınların ve Türk donanmasının desteğini alan Campanella bir devrim yapmaya karar verdi. Bu girişim başarısız olunca Campanella bir kulübede Türk donanmasını bekledi. Ancak bu kaçma girişimi de başarılı olamadı. Yakalanarak Napoli’ye götürülen Campanella, kırk saate kadar süren işkencelere maruz kaldı. Ancak ağzından tek bir laf dahi çıkmadı. Aristoteles karşıtı söylemleriyle suçlanan Campanella, yirmi yedi yıl hapis yattı. Bu sürede yazımızın konusu olan Güneş Ülkesi’ni yazdı. 1626’da hapisten çıkan Campanella, 1639’da Paris’te öldü.

 

 

 1602 yılında Campanella’nın hapisteyken yazdığı bu eser Kaptan ve Ospitalario adlı iki kişinin diyaloğunu ele almaktadır. Bahsi geçen kaptan Kristof Kolomb değildir. Kaptan Güneş Ülkesi’ne gitmiştir ve Ospitalario’ya anlatmaktadır.  Campanella’nın düşündeki kent, geniş bir ovanın ortasında kurulmuştur. Kent, yedi çembere bölünmüş, her çembere de bir gezegenin adı verilmiştir. Her çemberin, aşılması oldukça zor surları vardır. Birinci çemberin iç kısmında matematik ve geometri ile ilgili şekiller vardır. Dış kısmındaysa dünya ve Güneş Ülkesi’nin haritası bulunur. İkinci çemberin iç kısmında değerli-değersiz taşların ve mücevherlerin bir örneği vardır; dışındaysa yeryüzündeki tüm su kaynakları hakkında bilgilendirmeler ve içkilerin özellikleri yazılıdır. Üçüncü çemberin iç kısmında bitki; dış kısmında balık türleri resmedilmiştir. Dördüncü duvarın içinde kuş türleri; dışında ise sürüngen türleri resmedilmiştir. Beşinci çemberin iç ve dışında vahşi hayvanlar resmedilmiştir. Altıncı çemberin iç kısmında çeşitli icat ve keşifler yazılıdır. Dışında ise Musa’dan Muhammed’e tüm bilgin ve yasa koyucuların resimleri vardır. Kentin son çemberinde ise mimarlık harikası bir tapınak vardır.

 

 Güneş Ülkeliler zamanında, Hindistan’dan, zorba ve sömürücü din adamlarının elinden kaçarak bu topraklara gelmişlerdir. Güneş Ülkesi’ni Hoh adını verdikleri bir başrahip yönetmektedir. Hoh’a zaman zaman metafizikçi de denmektedir. Hoh’un Pon, Sin, Mor adında üç yardımcısı vardır. Bunlara Türkçe’de sırasıyla Güç, Akıl, Sevgi denmektedir. Ayrıca her erdemin de bir yöneticisi vardır. (Merhamet, Yardımseverlik vb.) Bu üç yardımcıdan Güç: savaş, askeriye, keşif, para vb. işlerle ilgilenmektedir. Akıl ise: gramerciden matematikçiye tüm bilimlerle ilgilenmektedir. Bu yardımcıların sonuncusu Sevgi: üreme, beslenme, eğitim, giyim, tarım, hayvancılık gibi işlere bakar. Başrahip Hoh olabilmek için gelmiş geçmiş tüm yönetimleri ve yasaları bilmek gerekir. Ayrıca tüm alanlarda bilgin olmak gerekir. İşte konuşmanın tam bu sırasında meraklı Ospitalario araya girer ve Kaptan’a: “İyi de kim böylesine bir bilgin olabilir, olsa dahi yönetim işinin altından kalkabilir mi?” sorusunu yöneltir. Kaptan ise şu cevabı verir: “Sırf hükümdar soyundan geliyor ya da partice güçlü diye bir hükümdara güvenmekten iyidir.” Ayrıca Campanella burada 16.yüzyıl aydınlarına göndermesini yapar ve[TK1] : “Çünkü sizler bilgin diye Aritoteles’in ya da başkalarının mantık kurallarını en çok bilene bilgin diyorsunuz ve böylece sizin ülkenizde bilim, sadece domuzuna yorulma ve kölece ezbercilik isteyen bir iştir.” Güneş Ülkesi’nde Hoh, seçimle gelir. Ancak bu seçim halk seçimi değil bilgelik seçimidir.

 

  Güneş Ülkesi’nde Utopia’dakine benzer şekilde ortak mülkiyet vardır. Zira onlara göre bir insanın bir eşi, çocuğu ve evi oldu mu, malk mülk derdine düşer ve bundan da bencillik doğar. Ospitalario yine burada duramaz ve: “Ama Aristoteles’in Platon’a karşı sunduğu gibi bu koşullar altında kimse çalışmaz ve tembellik çoğalır?” Günümüz liberallerinin en korktuğu ve dillerinden düşürmediği bu sözlere Kaptan: “Güneş Ülkeliler yurduna ve toplumuna çok büyük bir sevgiyle bağlıdırlar. Bu nedenle böyle bir şeye yeltenmezler. Yurt sevgisi kişisel çıkardan vazgeçildiği sürece artar.” Güneş Ülkeliler gururu en büyük suç olarak kabul ederler. Bu nedenle herkes her işte çalışabilir. Hiçbir Güneş Ülkeli tarlada çalışmaktan veya herhangi bir kamu hizmeti vermekten utanç duymaz. Güneş Ülkesi’nde ortak mülkiyet olduğundan dolayı herkes hem zengin hem yoksuldur. Zengindir zira devlet tüm ihtiyaçlarını karşılar yoksuldur çünkü özel mülkiyet yoktur. Güneş Kentliler günde 4 saat çalışarak hak ettiği hizmeti devletten alabilir. Çalışma saatinin neden az olduğunu Utopia kısmında anlatmıştım.

 

  Güneş Ülkeliler savaşma konusunda Utopialılara göre daha isteklidir. Zaten savaş olmasa dahi askerlik eğitimi vardır. Bunun en temel sebebi kendilerini her an savaşa hazır tutmaktır. Platon’un Devlet’indekine benzer olarak savaşa kadınlar da katılır. Kadınlar savaşta erkeklere arkada yardımcı olur. Güneş Kentliler genellikle savaşları kazanır ve bu zafer coşkuyla kutlanır. Yine Utopialılardan farklı olarak Güneş Ülkeliler avlanmaktan hoşlanırlar. Avlanmak savaşa benzediği için onlara göre bir çeşit antrenmandır.

 

 Güneş Ülkeliler dış ticarete pek önem vermezler. Zaten ülke içerisinde ticaret yoktur, ortak mülkiyet vardır. Bu nedenle ülke içinde de para geçmez. Kendi paraları vardır ve başka ülkelerin paralarının değerini iyi bilirler ancak bu bilgileri dış ticarette kullanırlar. Dış ülkelerden gelen tüccarların mallarını para karşılığında değil takas yoluyla alırlar.

 

 Üremeye gelince, Güneş Kentliler üremeyi bir zevki dindirmek gibi görmezler. Burada Campanella Thomas More’a atıfta bulunur: “Onlara göre, ermiş Thomas’ın da dediği gibi, çiftleşmenin amacı tek tek insanların değil, insan soyunun korunmasıdır.” Bu nedenle üremeyi toplumsal bir sorumluluk olarak görürler. Güneş Ülkesi’nde üreme yaşı erkekler için yirmi bir, kadınlar için on dokuzdur. Ancak cinsel istekleri aşırı olan erkeklere kötü yollara sapılmaması için izin verilir. İzin dışında yapılan bu tür eylemler cinsel sapıklık olarak nitelendirilir ve ağır cezalara çarptırılır. Ayrıca Güneş Ülkesi’nde kimsenin bir eşi yoktur.

 

 Güneş Ülkesi’nin yönetiminde bir başka nokta ise Büyük Kurultay’dır. Atina’dakine benzer doğrudan demokrasi vardır. Yirmi bir yaşını doldurmuş herkes kurultaya katılabilir ve devlet hakkındaki düşüncelerini serbestçe ifade edebilir.

 

 Güneş Kentliler, dünyanın nasıl yaratıldığı sorusuna karanlık bakmaktadırlar. Güneş Kentliler dünyanın ezelden beri var olduğunu ise kabul etmemektedirler. Güneş Kentliler dünyanın bir üst akıl tarafından yaratıldığını düşünmektedirler. Bu nedenle burada yine Aristoteles’e karşı çıkarlar ve Campanella Aristo hakkındaki en sert yorumunu yapmaktadır: “…onu (Aristoteles) filozof değil, daha çok mantıkçı sayıyorlar.”

 

Güneş Ülkesi hakkında bu kadar bilginin yeterli olduğunu düşünüyor ve Bacon’a geçiyorum.

 

3.Yeni Atlantis, Francis Bacon (1624)

 

 Francis Bacon, 22 Ocak 1561’de doğmuştur. Babası Kraliçe 1.Elizabeth’in adalet bakanıdır. On iki yaşında girdiği Trinty Collage’da Aristotelesçi skolastik düşünceyle tanıştı ve bu görüşe karşı tavır aldı. Gray’s Inn’de hukuk eğitimi alarak avukat oldu. 1584’te parlamentoya girdi. Kraliçeye devlet sorunları hakkında çeşitli mektuplar yazarak kraliçenin gözüne girmeye çalıştı. Bu çabalar sonucunda Star Chamber katipliğine atandı. 1593’te İspanya’ya açılan savaşta krallık ödeneklerinin artırılmasına karşı çıktı ve gözden düştü. 1603’te 1.Elizabeth’in ölümünden sonra bilgi birikimini kral 1.James’in hizmetinde sunma fırsatını buldu. 1617’de Thomas More gibi lord chancellorluğa atandı. 1621’de rüşvetçilikle suçlandı ve yine More gibi Londra Kulesine hapsedildi. Bu dönemde kendini bilim ve felsefeye verdi. Hapisteyken “Yeni Atlantis” i yazmaya karar verdi ve yazdı. 1626’da Bacon hayata gözlerini yumdu.

 

 Öncelikle Yeni Atlantis çok kısa bir eser. Toplam altmış sayfadan oluşan bu eserde toplum hakkında detaylı bilgi verilmemekte. Bunun sebebi ise Bacon’un bunları anlatmaya ömrünün yetmemesi. Zaten kitabın ilk yirmi sayfasında Bacon ütopyası hakkında çok az bilgi vermektedir. Kitap bir denizcinin ağzından yazılmıştır. İlk yirmi sayfada ise rotası bozulan geminin Bensalem Adası’nı (Yeni Atlantis) bulması anlatılır.

 

 

 Bir grup Avrupalı denizci Peru’dan yola çıkarak Çin ve Japonya’ya gitmek ister. Bu yolculuğu yaparken doğudan esen rüzgarlardan yararlanacaklardır. Ancak işler istedikleri gibi gitmez ve rüzgar batıdan ve güneyden eser. Bu nedenle gemi günlerce ya olduğu yerde durur ya da ters yönde hareket eder. Yanlarına on iki aylık yiyecek alan tayfanın yiyecekleri tükenmeye başlayacaktır ki kuzeyde bir ada görürler. Sevinçten çığlıklar atan tayfanın gördüğü adan Bensalem Adası’dır. (Yeni Atlantis) Adaya yaklaşırken kayıkla bir adam gelir ve onlara dört farklı dilde dur ihtarı veren bir yazı atar. Yazıda “Su veya yiyeceğe ihtiyacınız varsa yardımcı olacağız, hastalarınız için tedavi ve ilaç desteği sağlayacağız.” yazar. Yerlilerin bu insani tavrı denizcilerde endişeye neden olmaz. Ertesi gün dört yerli gemiye gelir ve İspanyolca “Hristiyan mısınız?” diye sorar. Gemilerin de Hristiyan olması üzerine yemin etmelerine karşın karaya gelebileceklerini söyler yerliler. Tayfa onlara iyi niyet göstergesi olarak para vermek ister ancak yerli “Ben aynı iş için iki kere maaş almam.” der. Bu Bensalem Adası’nde rüşvet almam demektir. Yabancılar yerli halk tarafından garipsenmeyerek sıcakkanlılıkla karşılanır ve Yabancılar Evi’ne yerleştirlir. Burası çok büyük bir konaktır. Burada eserin baş kahramanı konağın müdüründen ve ülkenin bilgesinden bilgiler alır.

 

 Yeni Atlantis’te (Bensalem Adası) Hristiyanlık benimsenmiştir ve ataerkil bir toplum yapısı vardır. Ancak yine biliyoruz ki toplumda diğer dinlere de saygı vardır. Zira eserin baş kahramanının konuştuğu biri de Yahudidir ve kendisi burada yaşamaktan oldukça mutludur. Bu kısa eserde çoğunlukla bilimden bahsetmiştir Bacon. Yeni Atlantis’te bilim ve teknoloji araçtır, ilerleme ise bir amaçtır. Bacon Hristiyanlığı da bu eserinde diğer ütopyacı yazarlara göre farklı yorumlamıştır. Campanella ve More, yardımlaşmacı ve dayanışmacı bir toplum yapısıyla Hristiyanlığı yüceltirken; Bacon Salamon Evi’yle (Süleyman Evi) bilinmezi ortaya çıkartarak yani bilimle Hristiyanlığı yüceltmiştir. Yeni Atlantis’te bir yurtdışı heyeti vardır. Bu heyet dünyanın farklı yerlerine dağılır bilgi toplar. Bunun amacı ülkelerin istihbaratına erişmek veya çökertme planı yapmak değildir. O heyet dünyanın farklı yerlerine giderek bilimsel çalışmalardan haberdar olurlar ve adaya getirirler. Yani Yeni Atlantis’te ajanlık bile bilim içindir. Bu heyet yurt dışına çıktığı vakit bu adadan bahsedemez. Bu nedenle bu ada Avrupalılar ve Amerikalılar tarafından pek az bilinmektedir.

 

 Yeni Atlantis’te evlilik kurumuna çok önem verilir. Çok eşililiğe izin verilmez. Anne-babadan rızasız evlenmeye karışılmaz. Ancak bunun cezasını çocuklar çeker ve çocuklar mirasşn sadece 1/3’ini alabilir. Bacon, More’un nikahlanmadan önce çiftler birbirini çıplak görebilir fikrine karşı çıkar ve şöyle der: “Adamlarınızın elindeki, hayali devlet hakkında yazılmış kitaplardan birinde okuduğuma göre, orada, evlenen çiftlerin nikahtan önce birbirlerini çıplak görmelerinde bir sakınca görülmüyormuş. Bensalem halkı bunu hiç hoş karşılamaz.” Bensalem halkı, buna şöyle bir çözüm getirmiştir: Şehirde Adem ve Havva denen iki ayrı havuz vardır. Bu havuza erkek çıplak olarak girer ve kızın seçtiği yakın bir erkek arkadaş onu vücudunda bir kusur var mı diye gözlemler. Aynı şey kız için de geçerlidir. Evlenecek erkeğin seçtiği yakın bir kız arkadaş gelini o havuzda gözlemler.

 

 Evlilik gibi evlilik sonrası aile kurumu da çok önemlidir bu adada. Her ailenin tirsan adında reisleri vardır. Bu reis ailedeki küslükleri ve anlaşmazlıkları çözmekle yükümlüdür. Genellikle evin en yaşlı erkeği tirsan olur.

 

 Yeni Atlantislilerin yaşama amacı da tutkusu da “Tanrı’nın ilk yarattığını aramaktır, ışığı.” Burada ışık olarak tasvir edilen bilimdir. Yarım kalmasına rağmen bu eserde mükemmel bir bilim-doğa-din ilişkisi kuran Bacon, Rönesans Avrupa’sının en önemli düşünürlerinden biri olmayı başarmıştır.

 

SONUÇ OLARAK

  Bu hafta biraz uzattım farkındayım. Hatta şu ana kadar paylaştığım en uzun yazı. Benden çeşitli konularda kitap tavsiyesi isteyen dostlarıma tavsiyemdir. Bence bu eserleri okurken zevk almak için felsefeye veya politikaya ilgi duymaya gerek yok. Çünkü bu eserler bir öykü tadında yazılmış, kısa, birkaç saat içinde tüketebileceğiniz eserler. Bu yazımı kısa bir şekilde özetlemem gerekirse: Ütopya her ne kadar ‘olmayan yer’ anlamına gelse de bu yazarın idealidir. Yani Smith’in Ulusların Zengiliği de Marx’ın Kominist Manifestosu da bir ütopyadır. Bunların gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya hangi yönleriyle gerçekleşeceğini sadece zaman bilir. Bu duruma en somut örneği cumhuriyet vermek istiyorum. Çok değil bundan 500 yıl öncesinde Avrupa’da cumhuriyet bir ütopya iken şu an bir normal. Aksine monarşi bir ütopya. İdeallerinize biraz daha yaklaşacağınız, mutlu haftalar dilerim… Haftaya görüşmek üzere.

 

  Bu yazı hakkında görüşleriniz, eleştirileriniz veya tartışmak istediğiniz noktalar için benimle iletişime geçebilir ya da aşağıdan yorum yapabilirsiniz. En kısa zamanda size dönüş yapacağımdan emin olabilirsiniz. Bu yazıyı dostlarınızla paylaşarak bana destek olabilirsiniz. 

 

 

Taha KÖKSAL

 

KAYNAKÇA

More T. (1526), Utopia, İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Sebahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Mina Urgan

Campanella T. (1602), Güneş Ülkesi, Nilüfer Yayıncılık, Çev: Murat Demir

Bacon F. (1624), Yeni Atlantis, Bordo Siyah Yayınları, Çev: Cenk Saraçoğlu

Avcı M. (2006), Tommasso Campanella ve Thomas More’un Ütopyalarının Karşılaştırması, Yüksek Lisans Tezi

Ağkaya O (2016), Ütopya ve Distopya, MCBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 14, Sayı 4

Omay M. (2009), Ütopya Üzerine Genel Bir İnceleme, İÜ Sosyoloji Dergisi, Cilt 3, Sayı 18

Aydın H. (2006), Güneş Ülkesi: Eğitim Odaklı Bir Ütopya, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı 32

Altıparmak İ.B., Durakoğlu A. (2018), Bir Rönesans Dönemi Ütopyası Olarak “Yeni Atlantis” Adlı Eserin Sosyolojik Analizi, Turkish Studies, Cilt 13, Sayı 22



Bunu da Beğenebilirsin

0 yorum