Siyaset Bilimi Bana Ne Kattı?
Temmuz 14, 2020Merhabalar... Ben Taha. 16 yaşında, lise öğrencisiyim. Bu yazımda, diğer yazılarımdan farklı olarak sadece kendi düşüncelerime yer vereceğim. Daha önceki yazılarımı okuduysanız genellikle bilimsel gerçeklerden bahsediyor, kendi fikirlerime çok az yer veriyordum. Herhangi bir konuda akademik bilgilendirme yapmayacağım için makaleleri, raporları, belgeselleri kaynak olarak kullanmayacağım. Açıkçası bu durum beni ne kadar özgür hissettirse de farklı bir tarzda yazı yazmak beni –az da olsa- korkutuyor. Yazıya başlamadan önce birkaç konuya açıklık getirmek istiyorum. Fikirlerim sizinle uyuşmayabilir. Bunun için sinirlenmenize gerek yok, sadece iletişim adreslerimden benimle iletişime geçmeniz yeterli. İkinci olarak ise –daha çok geleceğe bir not- aşağıda yazacaklarım Temmuz 2020’ye ait düşüncelerimdir. Her gün yeni şeyler keşfeden ve yolun daha başında bir gencim bu fikirlerim temel hatlarıyla olmasa da ileride değişikliklere uğrayabilir.
Aralık 2003’te sağ-muhafazakar bir ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim. Hayatımın büyük bir bölümünü sağ-muhafazakar ve milliyetçi-muhafazakar bir çevrede geçirdim. Çok küçükken (sanırım 3. sınıftayken) Türkiye’nin gündemine oturan Gezi Parkı protestolarındaki o dayanışma ortamı siyasetle alakası dahi olmayan beni çok derinden etkilemişti. (TV’den gördüğüm kadarıyla öyle bir ortam vardı.) 2017 yılında Türkiye’nin batısına, Trakya’ya, taşınmamız benim hayat görüşümü ciddi olarak etkilemişti. Gezi Parkı olaylarından etkilenmem ve sanıyorum ki sürü psikolojisiyle Atatürkçülüğe ve Liberalizme yönelmiştim. Ancak milliyetçi bir çevrede büyümeme rağmen küçüklüğümden beri hep -sanıyorum ki Türk-Milliyetçisi kesimin mevcut durumundan dolayı- Milliyetçiliğe soğuk bakmışımdır. Bu nedenle Atatürkçü olduğum zamanlarda dahi Mustafa Kemal’in Milliyetçi doktrinini kabul etmek istememişimdir. Yine aynı dönemde abimin Türkiye’nin en iyi Siyaset Bilimi akademilerinden birini kazanması aslında benim de hayatımı değiştirdi. Abim her tatilde eve gelişinde beni bir kuytuda yakalar, beni zora sokan, kaba tabiriyle beynimi yakan, siyasi soruları sorardı. Çok uzun saatler süren sohbetlerimizde - benim o konudaki cahilliğimden ötürü- şeriatçı, milliyetçi, komünist, sosyalist vb. olmaya ikna edebiliyordu. Bu durum beni oldukça sinir etse de “Taha araştır bakalım, neymiş şu ideolojiler?” demiyordum.
Aralık 2019’da, “Artık fikirlerimi savunabilmeliyim!” dedim ve adındaki özgürlük kelimesinden dolayı sempati duyup araştırdığım ideoloji “Liberalizm” di. Bir sürü ideoloji, fikir ve akım arasından tek bir ideolojiyi, tek bir kaynaktan öğrendim. O kaynak, hala birçok araştırmamda kullandığım Andrew Heywood’un “Siyaset” adlı eseriydi. İlk hatamı yapmıştım bile, tek kaynak ve tek ideoloji. O kaynakta yazanlara göre, Liberalizm; tam istediklerimi vaat ediyordu. Özgürlük, eşitlik, bireycilik, (O zamanlar bireyciydim.) akılcılık... Aslında ikinci hatamı da yapmıştım. Sadece okumuştum, okuduklarımı sorgulamamıştım. O kadar inanıyordum ki kendime, artık abim yarıyıl tatili için eve gelecek ve ben de bir tartışma anında hemen bana sorulan o tuzak sorulara cevabımı verecektim. O vakit geldi ve nakavt oldum. O geceyi unutmuyorum çünkü hayatımda birçok şey o gece değişti. O gece, Liberalizm düşüncesinin vaat ettiklerinden ne kadar uzak ve en önemlisi ahlaksızca olduğunun farkına vardım. Sabah uyandığımda siyaseti (siyaset bilgisini) öğreneceğim dedim ve abimden başlangıç seviyesinde kitap önerisi istedim. Bana yanlış hatırlamıyorsam beş adet kitap önerdi ve bu kitaplar “Siyaset Felsefesi” ne başlamak isteyen dostlarım için öneri olabilir.
- Sokrates Öncesi ve Sonrası/F.M. Cornford
- Sokrates’in Savunması/Platon
- Devlet/Platon
- Politika/Aristoteles
- Komünist Manifesto/Marx & Engels
Bu beş yapıttan sadece bir tık ağır geldiği için Politika’yı yarım bıraktım ancak en yakın zamanda tekrar başlayacağım.
Ocak 2020 itibarıyla yeni bir serüvene atılmıştım ve günümüz itibarıyla konuşmam gerekirse büyük bir değişimin içerisine girmiştim. Yukarıdaki 5 kitabı kronolojik olarak sıraladım ancak bazılarının aralarında fazlaca zaman var. Mesela Komünist Manifesto’yu çok sonradan okudum. Neyse, Platon’un hayalindeki devlet düzenini kurduğu Devlet adlı eserini bitirdikten sonra epeyce bu kitap hakkında düşündüm. Devlet düzeninin olması gerektiğini vurgulayan bu eser sonrasında insanlık için en ideal düzenin devletsizlik -her ne kadar şu an devlete ihtiyaç olduğunu düşünsem de- olduğuna karar verdim. Meğer bunu sadece ben değil birçok kişi düşünmüş ve buna benim o zamana kadar “terörizm, kaos-severlik, ahlaksızlık” olarak bildiğim “Anarşizm” adını vermişler. Bu gelişmelerden sonra doğruyu konuşmak gerekirse biraz daha Anarşizm’e yönelik eserler okudum. Bu arada yukarıda istediğimi söylediğim o Liberalizm ilkelerini hala istiyorum. Özgürlük, eşitlik, akılcılık tam istediğim, hayal ettiğim şeyler. Ancak bunun yolu kesinlikle Liberalizm değil. Liberalizmin kendi ilkeleri arasında nasıl bir yanılgıya düştüğünü anlamak çok basit. Sadece biraz sorgulama istiyor.
İsterseniz ilk önce kısa bir isim analizi yaparak başlayalım. Latince özgürlük anlamına gelen “liberte” kelimesinde türemiştir Liberalizm. Yani bize bir özgürlük vaat ediyor. Kim istemez ki özgür olmayı? Günün 12 saatini bir üretim atölyesinde çalıştırılarak geçiren ve bu sana yeter denilerek burjuva sınıfının belirlediği en cüzi miktardaki asgari ücreti alan Mehmet Abi sizce ne kadar özgür? “ E zamanında çalışıp, okula gitseydi o da iyi bir maaş alır, iyi bir seviyede olurdu.” diyen güzel dostlarım olacaktır. Benim o güzel insanlara tek bir sorum var: Seni iyi bir eğitim düzeyine sahip olmanı sağlayan nedir? “Sen zamanında onlar yatarken saatlerce ders çalıştın değil mi?” Peki bir sorum daha var: Sen çalışırken onlar neden çalışmadı? Onlar tembel doğdular zaten, onlar doğuştan geri zekalı. Dostum, seninle onun arasındaki farkın en mantıklı açıklaması şudur: Şans (İbrahimi ve diğer dinlere mensup olanlar KADER diyebilir.) Sen şansına (kaderine) iyi bir çevrede veya ailede doğdun. Bu çevre veya aile senin başarılı olmanı sağladı. Kendi elinde olmayan bir şey için ne hakla onu aşağıda görüyorsun peki? Bunun tek bir açıklaması vardır: Bu insanın içerisindeki egonun en saf haliyle dışa vurumudur. Aslında bu örnekle Liberalizmin vaat ettiği eşitlik doktrinini de çökertmiş olduk. “Mehmet” ismini kullanmam sizi bu sorunun sadece Türkiye’de olduğu düşüncesine kaptırmasın bu tüm dünyanın gerçeği ve sorunu. Ben de buna benzer bir örnekle Liberalizm düşüncesinden kurtulmuştum. Aslında Siyaset Felsefesi benim için ilk faydasını göstermişti. Siyaset felsefesi ile tanışmadan önce ‘egoist’ olan Taha, bu okumalarıyla egosundan tamamıyla arınmıştı. Liberalizm için yaptığım çürütme çok giriş seviyesiydi. Bu konu hakkında sayfalarca yazı yazabilirim ancak sizleri sıkmak gibi bir niyetim yok.
Anarşizm ideolojisiyle tanışmamdan yukarıda bahsetmiştim. Detaylıca anlatacağım ancak ilk önce birkaç ideoloji hakkında görüşlerimi söylemeyi daha doğru buluyorum. Liberalizm hakkında onlarca makale okuyup, Say Yayınlarının Ulusların Zenginliği’nden Seçmeler (Adam Smith) adlı derlemesini de okuduktan sonra Libralizmden sıyrılmıştım. Önümde bir ideoloji daha vardı: Marksizm. Öncelikle Marksizme Komünizm demeyi tercih etmiyorum çünkü Komünizm çok daha eski bir fikir. Kendime Komünist diyebilirim ancak Marksist kesinlikle diyemem. Marksizm hakkında bilgi edinmek için tabi ki Karl Marx’ın “Das Kapital” ini okuyamazdım. Zira kendisi başlangıç seviyesi için epeyce ağır bir yapıt. Bu nedenle elime yine Marx’ın “Komünist Manifesto” adlı eserini aldım. Zaten çok kısa bir eser bu nedenle sindire sindire okudum ki ben de öyle yapmanızı öneririm. Marx’ın devrimden sonra “Proleter iktidarı” fikri bana oldukça sürdürülebilirliği düşük ve mantıksız gelmişti. Konu hakkında çok çok detaylı bilgiye sahip değilim ancak Rus Devrimi’nden sonra olanlar bize bu fikrin ne kadar mantıksız olduğunun da kanıtıdır. Ayrıca benim düşlediğim (istediğim) dünyada devlet olmamalıydı. Marx’ın devrim fikri de benim hiç ilgimi çekmemişti. Devrime inanmıyorum çünkü. “E Anarşizm de devrimci bir ideoloji.” diyebilirsiniz. O konuya Anarşizm kısmında değineceğim. Dünya’daki ve yakın çevremdeki Marksistlerin düşünceden yoksun (koyuna benzer) tutumları da beni iyice Marksist fikirden soğutmuştu.
Sanırım Nisan 2020’ye geldiğimizde 10-15 arası siyasi başyapıtı bitirmiştim. Başlıca: Devlet, Ulusların Zenginliği (Seçmeler), İdeal Devlet, Hükümdar, Toplum Sözleşmesi, Anarşi (Kropotkin), Komünist Manifesto, Utopia. Siyasi fikirlerim de -görebileceğiniz gibi- yavaş yavaş oluşmaya başlamıştı. Bu arada bu alana ilk yöneldiğimde yaşadığım bir zorluktan bahsetmek istiyorum. Diğer alanlar için geçerli mi, bilmiyorum ama ben siyaset hakkında her okuma yaptığımda öğrendiklerimi birileriyle paylaşmak istiyordum ve karşımdaki kişinin ilgi alanı ne olursa olsun –biraz bencilce biliyorum- öğrendiklerimi ona anlatıyordum. O konuşmalarım sırasında biliyorum ki birçok dostumun canı sıkıldı. Onlara buradan özürlerimi iletiyorum. Artık yapmıyorum merak etmeyin.
Artık Anarşizmden bahsetmenin zamanının geldiğini düşünüyorum. Aslında bu konu hakkında da yazmak istediğim onca şey var ama şu anda bir kitap yazmıyorum, bir blog yazısı yazıyorum. Düşündüklerimi anlamanız için aklınızdaki Anarşizm ön yargılarından kurtulmanız gerekiyor. Tabi kafanızdaki önyargılar benimki gibi “Anarşizm; terörizmdir, kaos-severliktir, ahlaksızlıktır.” söylemlerinden ibaretse. Bu iddiaları çürüttüğüm bilimsel kaynakları kullandığım yazımı buradan okuyabilirsiniz. Tekrar bu iddiaları çürütmekle zaman kaybetmeyeceğim. Anarşizm hakkında ilk okuduğum kitap P.A. Kropotkin’in “Anarşi Felsefesi-İdeali” adındaki kitabıydı. Anarşizmin diğer ideolojilerden farkı ise çok fazla fraksiyona ayrılmasıdır. Bazen o fraksiyonları saymakta dahi zorlanıyorum. Bu da Anarşizmi benimsemek isteyen biri için çok güzel bir özgürlük sağlıyor. Bu fraksiyonlar farklı sorunlara değiniyor, o sorunların kaynağını devletin varlığı olarak görüyorlar. Bu kadar fraksiyona ayrılmasının ilk nedeni farklı sorunlara değiniyor olmaları. İkinci nedeni ise inşa ettikleri devletsiz toplumun kaynakları nasıl paylaşıp, kullanacakları sorununa buldukları çözümler. Mesela kaynakların paylaşılması konusunda; Anarko-komünist Kropotkin “İhtiyaca göre dağıtımı” savunurken, kolektivist anarşist Bakunin “emeğe göre dağıtımı” savunmuştur.
Peki, “Neden Anarşizm?” sorusuna cevap verme vaktimiz geldi. Bunun birinci sebebi en ahlaklı ideolojinin kafamdaki Anarşizm fikrinin olduğunu düşünmem. Bir de şunu belirtmekte fayda buluyorum: Bu düşüncelerim kafamdaki ideal dünya için istediğim düşüncelerdir. Yani şu mevcut durumda ben de devletin varlığının insanlık için iyi olduğu düşüncesindeyim. Ama ideal dünyamda yani ütopyamda devlete veya başka bir otoriteye yer yok. Paraya, özel mülkiyete de yer yok. İlk önce bireyin sonra da toplumun ahlakını bozan paradan, özel mülkiyetten başka nedir ki? Bu tür nedenlerden dolayı yukarıda bahsettiğim gibi herhangi bir devrimi de mantıklı bulmuyorum. Devrime değil evrime inanıyorum. Düşünsel evrime. İnsanlığın -belki bundan 100-200 yıl sonra- düşünsel evrime uğrayıp belli ahlaki normları benimseyeceğine çok inanıyorum. İnsanlık belirli ahlaki düzeye ulaştığında da devlet zaten kendiliğinden yok olacaktır. İşte bu nedenle bana Anarşizm fikri ulaşılamaz gelmiyor. Sadece ben göremeyeceğim o kadar. Peki, “Nedir bu ahlaki değerler?”. Sahiden nedir bu ahlak? Çok değişken değil mi sizce de? Benim diğer anarşist düşünürlere nazaran bir nebze daha yakın hissettiğin Kropotkin, “Anarşist Ahlak” adlı eserinde anarşizm ahlakını şöyle tanımlıyor: “Bizim ahlakımız, kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamak.” Yani empatiden bahsediyor. Mesela: Sömürülmek istemiyorsan, sömürme. Tüm toplum bu anlayışı sergilese bir düzen organına ne ihtiyaç duyulur ki, toplum zaten doğal bir düzen inşa etmiş olur.
Kropotkin dışında Emma Goldman, Mihail Bakunin, Proudhon, Bookchin gibi anarşistlerin fikirleriyle tanışma fırsatım oldu. Şu anda kendimi genel anlamıyla Anarşist olarak kabul etsem de Anarşizmin fraksiyonları arasında tam bir yere kendimi oturtamadım. Ama şu anlık beni Kropotkin’in anarko komünizmi ve Bookchin’in yeşil anarşizmi arasında bir yerde bilebilirsiniz. İstediğim; (düşlediğim) ahlaklı, sınıfsız, eşit, özgür, özel mülkiyetsiz, mübadele aracının olmadığı bir dünya. Ama gerçekten özgür ve eşit, lafta değil yani 😊
On yedisine girmek üzere olan bir genç olarak “Siyaset felsefesi veya bilimi bana ne kattı?” sorusuna son cevaplarımı verip yazımı bitirmek istiyorum. 7 ay önceki Taha ile bugünkü Taha’yı karşılaştırdığımda çok şey değişti diyebilirim. Öncelikle kendime bir yaşam amacı ve nedeni belirledim. Torunlarımıza daha iyi bir dünya bırakmak için yaşıyorum. Siyaseti bilgisini bilmek, kendi sınıfının çıkarlarını korumak için bir ihtiyaç. Yani bir ideolojiye sahip olmak sınıf çıkarlarını korumak çok önemli. Ben, Marx’ın sınıf sistemine göre bir proleterim ve kendi sınıf çıkarlarımı korumak için sınıfımın haklarını bilmeliyim. Ama, ya yarın burjuva olursam. Açıkçası literatürdeki burjuva tanımının gerektirdiği gibi hareket etmeye hiç niyetim yok. Kimilerinize salak gibi gözükebilirim. Ancak bu mesele benim için bir sınıf meselesi olmaktan çoktan çıktı. Bu mesele benim için bir ahlak meselesi artık. Siyaset bilimi ile kendi ahlak sınırlarımı çizdim. Egomdan kurtuldum. En önemlisi de entelektüel bilgiye ulaşmanın o hazzını her gün yaşıyorum. Her gün farklı bir şeyler öğreniyor, farklı bir haz alıyorum. Yaşınız ne olursa olsun, bu hazzı herhangi bir bilimle ilgilenerek yaşamanızı öneririm. Biraz daha hareketli olan yaşantım oldukça sakinleşti. Artık olaylara daha sakin reaksiyonlar verdiğimi kendim de gözlemleyebiliyorum. Birçoğunuzun severek takip ettiği o güncel siyasetten haz almıyorum. Ancak sosyal medyadan dolayı ister istemez gelişmelerden haberdar oluyorum. Bu gelişmelerden toplumunkinden –en azından çevreme göre- farklı sonuçlar çıkarabiliyorum. “Hep iyi sonuçları mı oldu?” derseniz cevabım “Hayır” olacaktır. Artık yeni insanlarla tanışırken seçici davranıyorum. Bu da beni oldukça yalnızlaştırıyor. Artık öğrendiklerimi tartışabileceğim insanlarla tanışmak istiyorum. Gözlemlerime göre kendi yaş aralığımda böyle insanları bulmak çok zor. Bu da ister istemez beni asosyalleştiriyor. Açıkçası hiç bunu hiç istemem. Son olarak bir şeye daha değineceğim. Küçüklüğümden beri dedem tarafından fanatik Beşiktaşlı olarak yetiştirildim. Bu süreçte fanatizmin ne kadar ahmakça olduğunu fark ettim. Futbolun da barbarca bir spor olması beni bu spordan oldukça uzaklaştırdı.
Siyaset bilimiyle ilgilenen biri olarak son birkaç şey söylemek istiyorum. Siyaset bilimini en azından ideolojileri giriş seviyesinde bilmeliyiz. Çünkü bu sistem size demokrasi adında seçme şansı veriyor. Sizde tüm bilgiden yoksun fikirlerinizi popülizme kurban ederek bir seçim yapıyorsunuz. Ben bu yazıyı yazarken benden yaşça büyük kendilerini bir inisiyatif olarak kabul eden - ve en üzücüsü kurucuları arasında siyaset bilimciler, sosyal bilimciler de var- ahmak sürüsü gençleri apolitizme yöneltmeye çalışıyor. Apolitizm haksızlık karşısında susmaktır. Sömürü düzenine boyun eğmektir. Marifet kesinlikle değildir. Siyasi görüşü olmayan birey yoktur, siyasi görüşünü bilmeyen birey vardır. Bu yazımı sabırla okuduğunuz için sizlere minnettarım. Görüşmek üzere, iyi haftalar...
Taha KÖKSAL
1 yorum
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil