Siyasi İdeolojiler Serisi #2: Liberalizm
Nisan 19, 2020
Merhabalar... Özgürlük nedir? Diğer bireylerin özgürlüğünü gasp etmeden yapabileceğimiz tüm fiiller midir? Yoksa, özgürlük insanın içindeki gerçek yeteneği geliştirebilmesi midir? Siyasi İdeolojiler serimizin bu haftaki konusu temel ilkesi özgürlük olan liberalizm ideolojisi. İyi okumalar...
1.Liberalizm Nedir? Liberalizmin Tarihi
Liberalizm ismi İngilizcede özgürlük anlamına gelen ‘liberty’ kelimesinden türetilmiştir. Liberalizm hakkında atılan ilk fikirleri sosyalizm ideolojisinde olduğu gibi Antik Yunan’a kadar dayandırabiliriz. Antik Yunan’da Arisoteles, Gorgias, Protagoras; Orta Çağ’da İbn-i Haldun, Aqiunolu Thomas gibi siyaset filozofları liberalizm ideolojisinin temellerini atmışlardır. Ancak liberalizm ideolojisinin siyasi bir doktrin haline gelmesi 17.yüzyılın ortalarına dayanmaktadır. İngiliz filozof John Locke’nin 1690 yılında yayınladığı Two Essays on Government (Devlet Üzerine İki Deneme) adlı kitabında özel mülkiyet hakkı ve yaşama hakkı konusundaki düşünceleri liberalizmin siyasi bir doktrin olmasına temel hazırlamıştır. John Locke’nin bu düşüncelerinden etkilenen Hume, Acton, Burke gibi isimler de liberalizmin siyasi bir doktrin haline gelmesinde büyük rol oynamışlardır. İngiltere’de başlayan liberalizm hareketi Kant, Rousseau, Montesquieu gibi düşünürlerin de katkılarıyla tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Ancak liberalizmin hem siyasi hem de iktisadi bir doktrin haline gelmesi 18.yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Liberalizm, 18.yüzyılda fizyokratlar sayesinde siyasi ve iktisadi önem kazanmıştır. ‘Fizyokratlar kim?’ diye soracak olursanız; Fizyokratlar, 18.yüzyıl Avrupa’sında kısa bir süre hüküm sürmüş ve tüm düzenin (ekonomik, sosyal ve doğal) insan yasalarıyla değil tanrısal yasalarla sağlandığına inanan bir gruptur. Fizyokratlar bu inancı gereği devletin piyasaya karışmaması gerektiğini ve serbest bırakılması halinde piyasanın kendi kendine bir düzene gireceğini savunmaktaydı. Ayrıca fizyokratlar "Laissez Faire, Laissez Passer, Le Monde va de luimeme." (Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler. Dünya kendi kendine gider.”) mottosuyla hareket etmekteydi. Bu nedenle bu dönem felsefe ve iktisat literatürüne ‘Laissez Faire Liberalizmi’ olarak geçmiştir.
18.yüzyılın sonlarına geldiğimizde liberalizm en büyük evrimlerinden birini geçirdi. Ünlü iktisatçı ve klasik liberalizmin kurucusu İngiliz Adam Smith, 1776 yılında yayımladığı Ulusların Zenginliği adlı eseriyle liberalizm ideolojisinin temel unsurlarını ortaya attı. Adam Smith aynı fizyokratlar gibi piyasanın serbestleştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Ancak fizyokratların düşündüğünün aksine ona göre piyasayı düzenleyen ilahi bir güç değil görünmez bir eldir. Smith’in görünmez el diye tasvir ettiği şey bireylerin kişisel çıkarları doğrultusunda yaptığı teşebbüslerdir. Görünmez eli biraz daha açacak olursak Smith’e göre para ekonomisinin ve iş bölümünün var olduğu bir piyasada bireyler zengin olmaya ve yaşam standartlarını yükseltmeye gayret edecektir. Bu gayret bireylerde kişisel çıkarların önemi ve bu çıkarlar doğrultusunda hareket etme isteğini uyandıracaktır. ‘Devletin görevleri ne olmalıdır?’ sorusuna ise Smith: “Devletin üç ana görevi vardır. Bunlar: eğitim (diğer altyapı hizmetleri), güvenlik ve adalettir.” cevabını vermiştir. J.S.Mill, Jean Babtiste Say gibi düşünürler Adam Smith’ten etkilenmiş ve onun düşüncelerini geliştirmişlerdir. Adam Smith’in Ulusların Zenginliği eseriyle başlayan bu dönem ekonomi tarihine Klasik Liberalizm olarak geçmiştir.
Klasik Liberalizm, 1929 Büyük Depresyonu (ekonomik krizi) ile büyük bir darbe almıştır. Bu kriz sonrasında, John Maynard Keynes tarafından ortaya atılan ‘müdahaleci devlet’ anlayışı büyük bir önem kazanmıştır. Keynes’in düşüncelerine dört büyük ekonomi okulu liberal öğretiye yeni bir anlam kazandırdılar. Bu okullar: Neo-Avusturya Ekonomi Okulu, Chicago Okulu, Virginia Okulu ve Freiburg Ekonomi Okulu’ydu. Bu okullar Smith’in aksine devletin piyasaya müdahale edip (asgari düzeyde) piyasayı geliştirmesi gerektiğini savunmuşlardır. Ayrıca bu okullar devletin özel mülkiyeti koruma, parayı güvence altına alma, altyapı hizmetlerini sağlama ve bireyin güvenliğini sağlama görevlerinin olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Bu dönem ise ekonomi literatürüne Neo-Liberal Dönem olarak geçmiştir. Ancak birçok nedenden dolayı neo-liberalizm bu ilkelere bağlı kalamamış ve evrimleşmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra oluşan devletler, İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlığını ilan eden devletler ve hatta sosyal demokrasi ile yönetilen devletler zamanla neo-liberal ekonomiye geçmiş ya da geçmek zorunda kalmıştır. Bundan sonraki bölümde liberalizmin temel ilkelerini toparlayacağım ve sonuç bölümünde de liberalizm hakkındaki kendi düşüncelerimi sizlerle paylaşarak yazımı bitireceğim.
2.LİBERALİZMİN TEMEL UNSURLARI (İLKELERİ)
Bireycilik: Bireycilik, liberalizmin en temel ilkesidir. Liberalizm, birçok sol ideolojinin aksine kolektivizme yani toplumun önemine karşı çıkar. Liberalizmde önemli olan toplum değil bireydir. Bireyin hakları tüm toplumsal haklardan üstündür. Liberaller, bireyin mutluluğu, refahı veya özgürlüğü ile toplumsal mutluluk, refah ve özgürlüğün sağlanabileceğini düşünür. Liberalizm, bireyin çıkarları dışında bireye katkı sağlayacak başka bir ortak çıkarın olacağına inanmaz ve reddeder.
Özgürlük: Liberalizm kelimesinin kökeninden de anlaşılacağı gibi liberalizm ideolojisinin değişmez unsurlarından biri de özgürlüktür. Ancak bahsedilen özgürlük toplumun özgürlüğü değil bireyin özgürlüğüdür. Bireyin özgürlüğü adaletten, otoriteden ya da eşitlikten önce gelir. Birey bu değerlerden önce özgür olmalıdır. Liberalizmde bir bireyin özgürlüğü başka bir bireyin özgürlüğünü kısıtlayabilmesi gibi durumlara karşılık hukuka bağlı özgürlük vardır.
Akıl (Rasyonalizm): Liberaller, liberal bir evrenin rasyonel bir açıklaması olduğuna inanırlar. Onlara göre birey biraz rasyonel düşündüğünde liberalizm ideolojisini kabul edecektir. Ayrıca birey akıl yoluyla kendini geliştirecek inovasyon yapacak, karşısındaki sorun ve anlaşmazlıkları tartışıp uzlaşma yoluyla çözerek savaş ve kan dökme yöntemlerini ortadan kaldıracaktır.
Eşitlik: Liberaller, bireycilik ilkesine dayanarak her bireyin eşit ahlaki seviyede doğduğuna inanırlar. Liberallere göre eşit ahlaki seviyede doğan bireyler, yetenek ve çalışma azmi açısından farklı yaratılmışlardır. Bu sebeple liberaller eşit yetenek ve azimde doğmayan bireylerin eşit şansa sahip olmalarını amaçlayan “fırsat eşitliğini” savunmuşlardır. Kısaca liberalizmde bireyler sadece hukuk, demokrasi (seçme-seçilme, oy kullanma) gibi alanlarda eşittir.
Hoşgörü ve Rıza: Liberaller, toplumda oluşacak karşıt veya farklı fikirlere karşı hoşgörüyle davranılması gerektiğini düşünür. Çünkü serbest piyasanın en verimli şekilde çalışabilmesi için farklı fikir ve inançların denenmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Ayrıca liberaller karşıt ideolojiler arasında bir ahenk olduğuna inanmaktadırlar. Bu ahenkten dolayı asla liberalizmin karşıt bir düşünceyle uzlaşamayacağını düşünmektedirler. Liberalizmde sosyal ve politik ilişkiler rızaya dayalıdır. Bu nedenle yönetim de ancak yönetime geçmek isteyenlerin elinde olmalıdır. Yani liberalizm demokrasiyi savunur.
Anayasacılık: Liberaller, toplumdaki refah, düzen ve istikrarın devam etmesi için hükümete bağlıdırlar. Ancak daima hükümetin bir tiranlığa dönüşmesinden korkarlar. Bu nedenle hükümetin görevlerini bölme taraftarıdırlar ve bu görevleri yerine getirecek kurumlar arasında bir güç dengesi olması gerektiğine inanırlar.
3.SONUÇ OLARAK LİBERALİZM
Liberalizm hakkındaki fikir ve eleştirilerimi liberalizmin temel unsurları üzerinden yapacağım. Önceden belirtmeliyim ki liberalizm hakkındaki bu görüşlerim kişisel fikirlerim olmakla birlikte yanlış gördüğünüz bölümleri yorumlar kısmından veya iletişim kısmındaki adreslerden benimle paylaşabilirsiniz.
Liberalizmin sıkı sıkıya savunduğu tüm bireylerin özgürlüğü ilkesi, liberalizmin ekonomik model olarak aldığı kapitalizmle çelişmektedir. Zira özel mülkiyetin teşvik edilmesi ile toplumsal sınıf farklılıkları oluşacaktır. Günümüzde de olduğu gibi üst sınıf alt sınıfın özgürlüğü üzerinde baskı kuracak ve özgürlüğünü kısıtlayacaktır. Yani liberalizmde toplumdaki tüm bireylerin özgürlüğü sağlanamaz. Ancak toplumdaki bir sınıfın özgürlüğü sağlanabilir. Özel mülkiyetin oluşturduğu toplumsal sınıf ayrılıkları böylece eşitliği de ortadan kaldıracaktır. Ayrıca liberalizmde her bireyin eşit ahlakta doğmasına rağmen eşit yetenek ve azimde olmadığı düşüncesi vardır. Yine kendilerini akılcılıkla öne çıkaran liberaller şunu unutmaktadırlar ki yetenek, çalışma azmi (ki çalışma azmi de ahlaktan ayrı tutulamaz) gibi özelliklerin doğuştan gelen bir özellik olduğuna dair bilimsel bir gerçek yoktur. Bilimsel çalışmalar göstermektedir ki yetenek, ahlak gibi özellikleri birey çevresinden alır. Hoşgörüyle savaşı bitirip, barışı getirmeyi amaçlayan liberaller, zamanla bu ilkelerinden saptığı apaçık görünmektedir. Okuruma sorumdur: Tarihteki tüm savaşların nedeni burjuva sınıfının para kazanma hırsı ya da egosunu tatmin etme isteğinden başka ne olabilir ki? Ayrıca şu an evrensel olarak yaşadığımız bu günlerde apaçık bir şekilde görmekteyiz ki liberalizm kriz ortamlarında kolay bir şekilde deforme olmaktadır. Liberal ekonominin beşiği ABD’de sağlık sektöründe bugüne dek sosyal devletin olmaması nedeniyle içinde bulunduğumuz bu krizde sağlık sektörü çok kısa bir süre içinde çökmüştür.
Okuduğunuz için teşekkür eder, mutlu haftalar dilerim...
Taha KÖKSAL
KAYNAKÇA
Heywood A., Siyaset, Felix Yayınları
2 yorum
Emeginize saglik
YanıtlaSilDeğerli yorumunuz için teşekkür ederim. İyi günler...
Sil